Şebnem Pişkin’i ilk kez Mehmet Mollaosmanoğlu’nun sosyal medyadaki
paylaşımlarına yaptığı yorumlarla tanıdım. Sonra eşimle birlikte gittiğimiz
2014 Tüyap Kitap Fuarında tanışabilme, aynı masada oturabilme şansına eriştim.
Sıcakkanlılığı, samimiyeti ve güler yüzlülüğü ile hem ben hem de eşim kolayca
ısınıverdik kendisine. Ki ben insan ayırırım, kolay kolay kimseyi beğenmem. Öyle
de beter bir adamım. O güne kadar hiçbir kitabını okumamıştım, okuyacağıma söz
verdim. Böyle oldu kitaplarına başlamam. Önce “6 Üstü Hikaye” sonra Tuğra ve
İsrafil’in Aynası. Baskıdan önce okuma şansına erişen Mehmet Mollaosmanoğlu ve
Aşkın Güngör’ün yazdıklarını okuyunca dayanamadım, şansımı denedim ve bende ön
okuma yapmak istediğimi söyledim. Sağ olsun beni kırmadı, diğer kitaplarına
yaptığım kötü espriler içeren yorumlarıma aldırmadan kitabın taslağını gönderdi.
İyilikler, huzurlar diledi, mail üzerinden hipnotize bile etmeye kalktı, kitaptan
keyif almam için.
Kitabımızın kahramanı bir kadın. İsmi, mesleği belirtilmese de, dini bütün,
tasavvufla ilgilenen, yalnız yaşayan bir kadın. Hakkında iç dünyasının
derinliği dışında dünyevi hayatına dair çok fazla bir detay yok. Bir gün bir yerde tesadüfen Mehmed isminde
biri ile tanışıyor. Bundan sonra içinde bir şeylerin değiştiğini, hayatında bir
şeylerin eksilirken, başka bir şeylerin tamamlandığını hissediyor. Hisleri Mehmed
de vücut buluyor. Peki ya Mehmed kim? O ise bambaşka bir muamma. Belki
büyük bir aşkın başrol oyuncusu, belki bir şeyler öğrenmeye vesile sıradan bir
figüran. Benim tahminim, evvelce yaşadıklarından yorulan, kırılan, aşk için
çabalamaktan vazgeçen, bu nedenle artık
“kısmetse nasıl olsa kendiliğinden olur” diye düşünmeye başlamış bir
adam. Kötü biri değil ama aşk için
çabalamaya gönüllü de değil.
Kitap Paulo Coelho’nun bir iki kitabında gördüğüm bir anlatım tekniği
ile anlatılmış. Ana karakterin iç sesi, kendi yargıları, kendi yorumları
üzerinden gidilmiş. Ancak bu noktada bu kitabın kısa tutulmasının işin özünü
daha iyi anlatılmasını sağladığını söyleyebilirim. Özellikle benim gibi bu tarz
kitaplara nötr yaklaşan okurların dikkatini dağıtmadan, sıkılmadan okuyabilmesi
açısından çok faydalı. Kitapta seven bir
kadının yaşadığı platonik aşk, en saf, en temiz, hatta en özel duyguları
tüm içtenliği ile anlatılmış. Aşık bir
insanın aşk halinden deliliğe, oradan keder ve nefrete, en son kabullenmeye ve
sevgisinin büyüklüğünden affetmeye geçişi ustaca işlenmiş. İnsanın başka birine
değil de, aslında hayallerindeki birine sevdalandığı, marifetin sevilende değil
de sevende olduğu vurgulanmış. Yazar bu anlatımlarını
birbirinden güzel mısralarla süslerken, bazı yerlerde de ayetlerden örnekler
vererek kadının hezeyanlarına, çıkarımlarına Kuran mantığında açıklamalar
getirmiş.
Bu arada yalan yok, ben
tasavvufla hiç ilgilenmedim, anlamam. Aynı şekilde Türkçe karşılığı varsa o
kelimenin Arapça’sının kullanılmasına da karşıyım. (Türkçeleşmiş kelimeler
hariç) Ancak yazarın Arap harflerinin anlamlarını Türkçe kelimeler ile
bağdaştırma yeteneği önünde saygı ile eğiliyorum. Özellikle üçüncü mim, Mehmed,
Mehmedim ilişkisi kitapta hem en beğendiğim, hem de en hüzünlendiğim kısım
oldu. Sadece bu değil, kitapta bunun gibi insanın sevgilisine ithaf edebileceği
onlarca güzel söz öbeği var. İnsanın yeniden âşık olası, bu sözlerle birilerine
çıkma teklif edesi geliyor yemin ederim. Keşke karımla tanışmadan önce
yazılsaymış bu kitap.
Ayrıca yazarın tüm diğer
kitaplarının ana temasını oluşturan “Bir” vurgusunun bu sefer dünyevi bir aşk
üzerinden açıklanması dikkat çekici. Dediğim gibi konuya vakıf olmadığımdan
aldığım tat bir yere kadar. Konunun meraklıları eminim çok daha fazla keyif
alacaklardır.
Bu kitabı okurken genelde
yaptığım gibi kurgu, mantık hatası aramadım. Zira aşktan bahseden bir kitap
mantık aramak en başta mantıksız olurdu. Hem zaten “aşkın ilk nefesi, mantığın
son nefesidir” demezler mi? Ha sahi, Mehmed’e de laflar hazırlamıştım ama
kitabın ruhu ve dokusuna ters düşmek istemiyorum. Kaldı ki yazarın diğer
kitaplarında “aklıma ne gelirse söyleme” hakkımı kullandığımı düşünüyorum.
Kitabı okurken bir ara acaba
yazar kendinden mi bahsediyor diye düşünmedim değil. Fakat kitaptaki kadın
birkaç yerde yaşının ilerlediğinden bahsediyor. Yazarla aynı yaşta olduğumuzu
düşününce bu ihtimal ortadan kalkıyor.
Aşkı “Bir” olana aşkı ile birleştirebilenlere
yazardan sıcacık bir armağan olan bu kitapta hayatının bir kıyısında
karşılıksız aşkın kıyısından geçmiş herkesin kendinden bir şeyler
bulabileceğini, “aynı ben” diyeceğini düşünüyorum. İyi okumalar. (Umut Çalışan)
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilAslında içimden geçenleri Mehmet Mollaosmanoğlu gibi kısacık bir paragrafa sığdırabilmek isterdim ama beceremedim. "Boş tenekeden çok ses çıkar" sözünün canlı kanıtıyım :)
YanıtlaSil