21 Ağustos 2015 Cuma

Baskıya hazırlanan kitap...


Yakında...
MEHMED'E Gönderilmeyen MEKTUPLAR
- Şebnem Pişkin -

Aşk, bir suret arar kendine

Sevmeyi bilir kadın, Aşk’ı güzel yaşar. Öyle bir hayal gücü vardır ki kadının, hayal ile hayatı karıştırır bazen. Hayalini gerçek sanır; ama yanılır.
Şair ruhludur her kadın. Dinleyecek kulak bulamazsa yazıp çizmeye başlar. Şiirler yazar, hikayeler yazar, mektuplar yazar.
Her kadının bir Mehmed’i vardır hayatta. Karşısında bulmak isteyip bulamadığı, sarmak isteyip saramadığı, kavuşmak isteyip bir türlü kavuşamadığı bir Mehmed’i…
Ve yazıp gönderemediği mektupları vardır her kadının.
*
Bir insana duyulan aşktan yola çıkarak Yaradan’a ulaşmak hiç zor değil. Mecazi aşklar, İlahi olana ulaştırır insanı. Aşk yolu, kendini bilmenin ve Rabbini bulmanın belki de en kestirme yoludur.
Mevla’yı bulmuşken Leyla’ya ne gerek vardı diye sordum hep kendi kendime. Aşk, Mevla’yı bulma yolunda Leyla’dan geçen bir imtihan değil miydi? Mevla bulunduysa şayet, bu imtihan ortadan kalkmaz mıydı? Ben Mevla’mı bulmuştum zaten, şimdi bu hikayeyi tersten yaşamanın ve İlahi aşktan mecazi aşka geri dönmenin ne gereği vardı?
Ama Aşk, bir suret arardı kendine. Gönül toprağına can olan Aşk, bir suret bulmadan kendine, çıkmazdı su yüzüne, çıkamazdı… Bilmediğim ve öğrenmek üzere olduğum şey, buydu işte.
Ne vakit ki Aşk tecelli eder insanın kalbinde,
İşte o vakit açığa çıkar insandaki gizli hazine.
Ve ancak o zaman tanır insan Rabbini.
Ve o zaman bilir kendini…

20 Ağustos 2015 Perşembe

Nasıl biri olmam gerektiğini, "öyle biri" olmak istemediklerimden öğrendim.


Bana gönderilen hiç bir maili ya da mesajı cevapsız bırakmam. Bunu, başkaları tarafından cevapsız bırakılan mesajlarımdan öğrendim. 

Arada bir de olsa hâl hatır sormayı; hâlimi hatırımı hiç sormayanlardan öğrendim.

Konuşurken insanların gözünün içine bakmayı, benimle konuşurken gözlerini kaçıranlardan öğrendim.

İnsanlara isimleriyle hitap etmeyi, benimle isimsizmişim gibi konuşanlardan öğrendim.

Sözünde durmayı, söz verdiğini bile farkında olmayanlardan öğrendim.

Kısa cümleler kurmayı, uzun cümleler için vakti olmayanlardan öğrendim.

Sevdiğimi söylemekte acele etmeyi, sevdiğini söylemeye hiç fırsat bulamayanlardan öğrendim.


                                            Hâsılı olmam gereken kişi olmamda, onlar gibi olmak istemediğim insanların payı var.

                                                                                     
                                                     Hepsi sağ olsun... :-)

16 Ağustos 2015 Pazar

Karşı karşıya...


Seven ve sevilen, karşılıklı iki kanat misali,
 sağ ve sol gibi, yin ve yang gibi, zevç ve zevce gibi.
Arkadaşken yan yanadır iki kişi,
 ama işler farklı boyuta geçip, işin içine kalpler ve duygular dahil olunca 
karşı karşıya gelirler. 

Tıpkı Özdemir Asaf’ın bir şiirinde dediği gibi,

“Bir kez geçer insan bir karşı’ya,
Ondan sonra artık her şey karşı’dır."

Mehmed ve ben, karşı karşıyaydık artık... 


(Mehmed'e Gönderilmeyen Mektuplar, EYLÜL'DE)

"Göz bu, bakmak da mı yasak?" dedin...


Sen buralarda yenisin... Geldiğin coğrafyanın izlerini taşıyorsun hâla. Oraların havası var soluğunda. Gözlerindeki bakış bile oradan kalma.

Oysa burası yepyeni bir iklim, yepyeni bir coğrafya...
Buraya çamurlu ayakkabılarla girilmez.

Bunu unutma!

 Allah'ın Musa'ya olan hitabını düşün: Nalınlarını çıkar, dedi Allah Musa'ya. Çünkü burası kutsal vadi, Tuva...

... Bir bakıştı yalnızca, dedin.
...Göz bu, bakmak da mı yasak dedin.
... Ben herkese böyle bakıyorum, dedin.

Oysa Aşk bile farklıdır bu coğrafyada. Ama sen bilmezsin, çünkü yenisin buralarda....

Eylül'e ne kaldı???



Seni sen etmesi gerekirken, seni senden eden duygunun adıdır Aşk...
 "Keşke hiç tanımasaydım..." diye başlayıp,
 "Ama yine de..." diye bitirdiğin bir cümledir. 
Yazılıp gönderilmeyen mektuplardır, belki de... 
Ve bir kitabın adıdır,  Aşk...

***


"BİZ" olabilmekti tüm isteği...
 Sen'i, Ben'i bir kenara bırakıp sevdiğiyle BİZ olabilmeyi düşledi...
"Bizim için bir ihtimal var mı?" diye sordu, ama beklediği cevabı alamadı.
Oysa BİZ olmanın bir yolu daha vardı.

Aşık anlattı, yazar yazdı.
"Bir kitabın tüm sayfalarını doldurduk senle ben. “Biz” olduk ya işte!" dedi mektubun sonunda..." 


... MEHMED'E GÖNDERİLMEYEN MEKTUPLAR...
EYLÜL'de, kitap sayfalarında buluşmak üzere...

Hangi Aşk daha büyüktür?


"Ey Gönül! 

Şimdi sorarım sana, hangi Aşk daha büyüktür? 
Anlatılarak dile düşen mi, 
anlatılmayıp yürek deşen mi?" diye sordu Şems-i Tebrizi. 

Cevap açıktı:

Bu Aşk hem dile düşecekti,

 hem de yürek deşecekti...



Biz Aşk'ı kimden öğrendik?

Bir bakış uğruna Aşk'ta yandım diye kınıyorsun ya beni!

Unutma!


Biz Aşk'ı Romeo ve Juliet'ten değil, aşıklar sultanı Şems' ten ve Mevlana'dan öğrendik. 


Aşk okulunun talebeleriyiz biz. 


 Bir bakışa da yanariz, bir ömür de veririz.

1 Ağustos 2015 Cumartesi

Başarılı yazar dostum Ümit İhsan'ın MEHMED'E GÖNDERİLMEYEN MEKTUPLAR değerlendirmesi

"Kötü romanlar okudum, berbat hikayeler, saçma sapan kurgular, abuk sabuk replikler… Bazen ben de yazdım böyle şeyler, gençtim, acemiydim, sebeplerim vardı… Her romanıma başlarken o yüzden çok dikkat ederim, her yeni ilişkide, her işte, her adımda gözümü dört açarım… Aslında sırf bu yüzden, iyi bir metne denk gelememe korkusundan, yeni bir kitabı elime aldığımda gözlerimi kapayıp “Umarım bu sayfaların hakkını vermişsindir” derim içimden.

Mehmed’e Gönderilmemiş Mektuplar’ı Şebnem’i yıllardır tanımama ve onunla çok iyi dost olmamıza rağmen, onun ne kadar iyi bir romancı olduğunu defalarca dile getirmeme rağmen okumayı geciktirdim. Garipsemeyin, defalarca yaptım ben bu hatayı ve defalarca yanıldığımı mutlulukla kabul ettim. Belki nedeni sadece bu kadar basit de değil, belki onun tılsımlı kaleminden dökülen cümleleri kıskanmaktan korktuğumdan, belki ortak kısmetsizliğimize yandığımdan. Neyse ne işte…

Şebnem’le tanışıklığımız süresince kitaplarını okudum (arada atladıklarım da olabilir tabii) onun dilini anladığımı sanıyordum. Ama gün geçmiyor ki Şebnem beni şaşırtmasın. Celaleddin de aldığım o tat ve şimdi Mehmed’e gönderilmemiş mektuplardaki ustalık… İnanılır gibi değil… Uzun zamandır görmediğim bir çocuğun gençliğine denk gelmiş gibiyim ve ağzımdan şaşkınlıkla şu sözler dökülüyor: “Şebnem ne kadar büyümüşsün!!!”

Ne mutlu ki bana yazım hayatımda o ve onun gibi kıymetli insanlar tanıdım. Şunu rahatlıkla ve huzurla söyleyebilirim artık, Şebnem Pişkin ne yazsa okunur. Belki bu roman yüz binler satmayacak, ama kitabı eline alan herkes son sayfayı okuyup kitabın kapağını kapattığında gözlerini yumup “Bu sayfaların hakkını vermişsin” diyecek, buna eminim. Abartıyor muyum? Saçmalamayın Allah aşkına…

Sana söyleyecek başka bir şey bulamıyorum Şebnem. Allah sana gayret ve kuvvet versin, ilhamını taşıyanlar yenilerini yüklensin ve biz de yazdıklarını hayranlıkla takip edelim. Yolun açık olsun sevgili dostum, sayfaların hakkını verdiğin için hakkına kavuşasın…

Ümit ihsaN


31 Temmuz 2015 Cuma

Mehmed'e Mektuplar - Kitap kurdu Umut Çalışan okudu ve yorumladı.Süper bir okuyucu yorumu :-)

Şebnem Pişkin’i ilk kez Mehmet Mollaosmanoğlu’nun sosyal medyadaki paylaşımlarına yaptığı yorumlarla tanıdım. Sonra eşimle birlikte gittiğimiz 2014 Tüyap Kitap Fuarında tanışabilme, aynı masada oturabilme şansına eriştim. Sıcakkanlılığı, samimiyeti ve güler yüzlülüğü ile hem ben hem de eşim kolayca ısınıverdik kendisine. Ki ben insan ayırırım, kolay kolay kimseyi beğenmem. Öyle de beter bir adamım. O güne kadar hiçbir kitabını okumamıştım, okuyacağıma söz verdim. Böyle oldu kitaplarına başlamam. Önce “6 Üstü Hikaye” sonra Tuğra ve İsrafil’in Aynası. Baskıdan önce okuma şansına erişen Mehmet Mollaosmanoğlu ve Aşkın Güngör’ün yazdıklarını okuyunca dayanamadım, şansımı denedim ve bende ön okuma yapmak istediğimi söyledim. Sağ olsun beni kırmadı, diğer kitaplarına yaptığım kötü espriler içeren yorumlarıma aldırmadan kitabın taslağını gönderdi. İyilikler, huzurlar diledi, mail üzerinden hipnotize bile etmeye kalktı, kitaptan keyif almam için.  

Kitabımızın kahramanı bir kadın. İsmi, mesleği belirtilmese de, dini bütün, tasavvufla ilgilenen, yalnız yaşayan bir kadın. Hakkında iç dünyasının derinliği dışında dünyevi hayatına dair çok fazla bir detay yok.  Bir gün bir yerde tesadüfen Mehmed isminde biri ile tanışıyor. Bundan sonra içinde bir şeylerin değiştiğini, hayatında bir şeylerin eksilirken, başka bir şeylerin tamamlandığını hissediyor. Hisleri Mehmed de vücut buluyor. Peki ya Mehmed kim? O ise bambaşka bir muamma. Belki büyük bir aşkın başrol oyuncusu, belki bir şeyler öğrenmeye vesile sıradan bir figüran. Benim tahminim, evvelce yaşadıklarından yorulan, kırılan, aşk için çabalamaktan vazgeçen, bu nedenle artık  “kısmetse nasıl olsa kendiliğinden olur” diye düşünmeye başlamış bir adam.  Kötü biri değil ama aşk için çabalamaya gönüllü de değil.

Kitap Paulo Coelho’nun bir iki kitabında gördüğüm bir anlatım tekniği ile anlatılmış. Ana karakterin iç sesi, kendi yargıları, kendi yorumları üzerinden gidilmiş. Ancak bu noktada bu kitabın kısa tutulmasının işin özünü daha iyi anlatılmasını sağladığını söyleyebilirim. Özellikle benim gibi bu tarz kitaplara nötr yaklaşan okurların dikkatini dağıtmadan, sıkılmadan okuyabilmesi açısından çok faydalı.  Kitapta seven bir kadının yaşadığı platonik aşk, en saf, en temiz, hatta en özel duyguları tüm içtenliği ile anlatılmış.  Aşık bir insanın aşk halinden deliliğe, oradan keder ve nefrete, en son kabullenmeye ve sevgisinin büyüklüğünden affetmeye geçişi ustaca işlenmiş. İnsanın başka birine değil de, aslında hayallerindeki birine sevdalandığı, marifetin sevilende değil de sevende olduğu vurgulanmış.  Yazar bu anlatımlarını birbirinden güzel mısralarla süslerken, bazı yerlerde de ayetlerden örnekler vererek kadının hezeyanlarına, çıkarımlarına Kuran mantığında açıklamalar getirmiş.

Bu arada yalan yok, ben tasavvufla hiç ilgilenmedim, anlamam. Aynı şekilde Türkçe karşılığı varsa o kelimenin Arapça’sının kullanılmasına da karşıyım. (Türkçeleşmiş kelimeler hariç) Ancak yazarın Arap harflerinin anlamlarını Türkçe kelimeler ile bağdaştırma yeteneği önünde saygı ile eğiliyorum. Özellikle üçüncü mim, Mehmed, Mehmedim ilişkisi kitapta hem en beğendiğim, hem de en hüzünlendiğim kısım oldu. Sadece bu değil, kitapta bunun gibi insanın sevgilisine ithaf edebileceği onlarca güzel söz öbeği var. İnsanın yeniden âşık olası, bu sözlerle birilerine çıkma teklif edesi geliyor yemin ederim. Keşke karımla tanışmadan önce yazılsaymış bu kitap.

Ayrıca yazarın tüm diğer kitaplarının ana temasını oluşturan “Bir” vurgusunun bu sefer dünyevi bir aşk üzerinden açıklanması dikkat çekici. Dediğim gibi konuya vakıf olmadığımdan aldığım tat bir yere kadar. Konunun meraklıları eminim çok daha fazla keyif alacaklardır.

Bu kitabı okurken genelde yaptığım gibi kurgu, mantık hatası aramadım. Zira aşktan bahseden bir kitap mantık aramak en başta mantıksız olurdu. Hem zaten “aşkın ilk nefesi, mantığın son nefesidir” demezler mi? Ha sahi, Mehmed’e de laflar hazırlamıştım ama kitabın ruhu ve dokusuna ters düşmek istemiyorum. Kaldı ki yazarın diğer kitaplarında “aklıma ne gelirse söyleme” hakkımı kullandığımı düşünüyorum.

Kitabı okurken bir ara acaba yazar kendinden mi bahsediyor diye düşünmedim değil. Fakat kitaptaki kadın birkaç yerde yaşının ilerlediğinden bahsediyor. Yazarla aynı yaşta olduğumuzu düşününce bu ihtimal ortadan kalkıyor.


Aşkı “Bir” olana aşkı ile birleştirebilenlere yazardan sıcacık bir armağan olan bu kitapta hayatının bir kıyısında karşılıksız aşkın kıyısından geçmiş herkesin kendinden bir şeyler bulabileceğini, “aynı ben” diyeceğini düşünüyorum. İyi okumalar. (Umut Çalışan)

28 Temmuz 2015 Salı

Editör gözüyle, Mehmed'e Mektuplar

Sevgili editörüm, aynı zamanda başarılı bir yazar ve yayın danışmanı olan Aşkın Güngör yeni kitabım MEHMED'E GÖNDERİLMEYEN MEKTUPLAR'ı baskı öncesinde okudu ve yorumladı. İşte değerli yorumu:


"İlk kitabından son kitabına dek Şebnem Pişkin'in yazarlık serüvenini yakından izleme fırsatı bulan ve editörlüğünü yapma onuruna erişen bendeniz, Mehmet'e Gönderilmeyen Mektuplar'ı çok kısa sürede, akarcasına, sözcükler denizinde yüzercesine, huşu içinde okudum. Sevgili Şebnem'in yazarlık kariyerindeki tutarlılığa, kalemine bulaşan Aşk'ı anlatmaktaki maharetine bir kez daha hayran kaldım.

İşin doğrusu, tüm Şebnem Pişkin kitaplarının ortak bir teması vardır: sevginin gücüyle biricik Sevgili'ye erişmek. Onun kahramanları gerek Aşk'ı, gerek ayrılığı, gerek zamanı, gerek zamansızlığı kullanarak aslında içsel bir yolculuk yaparlar ve ulaştıkları yerde hayatın amacını bulurlar. Şebnem Pişkin bu yolculukta onların yanında olup yaşananları izleyen görünmez bir varlık gibidir. Yaşadıklarını yorumlar, kalplerini okur ve iç dünyalarının gizemlerini ustaca çözümleyerek, ağır sözcükler kullanarak ancak yine de tüy gibi hafif tümceler hayata geçirerek onları ilmik ilmik dokur. 

Mehmet'e Gönderilmemiş Mektuplar'da da kendine Aşk'ı aracı edinen bir genç kadının çoğu kez şiirleşmiş mektuplarıyla evrilen ve ilahi aşka doğru meyleden kutsal yolculuğu yer alıyor. Ne ki "belki gerçek, belki de tamamen kurgu" olan bu anlatı daha da ustalaşmış, öykünün ereceği yere odaklanmış ve bütün gereksiz ayrıntılardan arınmayı başarmış bir yazar tarafından anlatılıyor.

Güzel olan şu ki, ilk kitabından son kitabına dek ortak bir ana konu çevresinde kalemini oynatan sevgili Şebnem çok belli ki her kitabına kendi kişisel yolculuğunu da katıyor. Bu kitaplar sadece hayali karakterlerin yaşadıklarını değil Şebnem Pişkin'in içsel yolculuğunda erdiği durakları da işaret ediyor. 

Bu anlamda Mehmet'e Gönderilmemiş Mektuplar'ın Şebnem Pişkin edebiyatında çok özel bir noktaya denk geldiğini söylemek mümkün. Tüm karmaşalardan arınmış, hedefe odaklanmış, çile odasındaki uzun mesaisini tamamlamış bir yazarın ışıl ışıl parıldayan sözcükleri var karşımızda. Ah ne güzel yazdıklarına kalbini de katan bir yazardan Aşk'ı okumak ve hatta zaman zaman onun tüm bu öyküyü kulağınıza fısıldadığını hissetmek.

Aşk'a bir kıyısından bulaşan herkesin Mehmet'e Gönderilmemiş Mektuplar'da kendinden bir şeyler bulacağına adım gibi eminim. Sevgili Şebnem'in bir sonraki kitabında erişeceği noktayı şimdiden merak etmeye başladığımı da söylemeliyim." Aşkın Güngör